Dadaşlar diyarı olarak anılan gazi şehir Erzurum'da olmak, Erzurum'u gezmek, Erzurum'u hissetmenin verdiği haz ve duygu kelimeler ile ifade edilemez... Palandöken eteklerinde kurulan şehrin enerjisi de çok yüksek... Kente gelir gelmez o enerji insanı sarıp sarmalayıveriyor... Şefkatli bir ananın kollarında olmanın, nazlı yarin bağlıra yaslanmanın, yıllardır özlemi çekilen sevgiliye kavuşmanın hazzı yaşanır şehre gelince... Erzurum şiirdir, Erzurum yürekleri ısıtan bazen de acıtan türküdür, Erzurum hasrettir, Erzurum kavuşmaktır, Erzurum sabırdır, Erzurum zorluklara dayanma ve onlarla başedebilmedir, Erzurum tutsaklıktan özgürlüğe aralanan kapıdır, Erzurum kavuşulan özgürlüktür, Erzurum yaşanan coşkudur, Erzurum içleri dolduran sevinçtir, umuttur....
Şimdi Erzurum'un başlıca gezilecek yerlerini tanımaya çalışacağız...
Önce kentin tarihi ile başlayalım...
* Palandöken dağları eteklerinde 1890 metrelik rakımda nazlı bir gelin gibi duran Erzurum kentinin tarihine kısa bir göz atalım.
* Kentin ilk kuruluş yeri yaklaşık 15-20 km uzaklıktaki bugünkü Kahramanlar Köyünde bulunan Karaz Höyük’tür. Karaz Höyük’te kurulan kente günümüzden yaklaşık 3500 yıl önce Hititler tarafından “Azzi Hayaşa” ismi verilir.
* Günümüzden yaklaşık 2800 yıl önce Urartular savunma açısından daha iyi olacağını düşünmüş olsa gerek, şehri şu anki bulunduğu yerde geliştirirler ve şehri “Karana” olarak adlandırırlar.
* Günümüzden yaklaşık 2400 yıl önce Medler tarafından Arze / Azze olarak adlandırılır.
* Günümüzden yaklaşık 2300 yıl önce Helenistik dönemde “Arche Qalek” olarak adlandırılır.
* Helenistik dönemde kurulan Ermeni krallıkları döneminde kente Garin / Arzen / Erzen isimleri verilir.
* Günümüzden yaklaşık 2200 yıl önce bölge Partların egemenliğine girer.
* Günümüzden yaklaşık 1600 yıl önce kent Doğu Roma kralı 2. Thedosius döneminde mükemmel bir kale ile tahkim edilir ve şehre Thedosiopolis ismini alır. Theodosius’un şehri anlamına gelir.
* 502 yılında şehri Sasaniler (bugünkü İranlılar/Farisiler) ele geçirirler.
* 504-508 yılları arasında Sasaniler ile Doğu Romalılar arasında süren uzun savaşlar sonunda kenti Anastasius tekrar ele geçirir ve Anastasiapolis ismi verilir.
* 651 yılında Araplar şehre hakim olurlar ve şehrin adı Khali Kala olur.
* 753 yılında 7. Konstantin şehri tekrar geri alır ve şehrin adı Garin olarak değiştirilir.
* Türkler bölgeye ilk kez 1048 pasinler savaşından sonra hakim olurlar. 1071 Malazgirt savaşından sonra Saltuk Bey’in Dedesi Ebul Kasım’a dirlik olarak verilir. Şehrin adı Arz – er Rum olarak anılmaya başlar.
Arz= toprak, arazi, yer
Rum= Roma.
Arz er Rum = Roma Toprağı… Aynen Mevlana Celaleddin Rumi gibi…
Arz er Rum zamanla Erzurum’a dönüşür.
* 1243 Kösedağ savaşından sonra Selçuklu Devleti artık Moğollara bağlı hale gelir. İlhanlılar bölgenin yönetiminde söz sahibidirler.
* İlhanlıların yıkılması ile Azerbaycan merkezli Çobanoğulları, daha sonra Sivas Kayseri Merkezli Eretna Beyliği bölgeye hakimdir.
* 1380’li yıllarda Karakoyunlu’lar daha sonra da 1467 yıllarından sonra da Akkoyunluların egemenliğinde kalır şehir.
* 1501 yılında Akkoyunlu devletinin yıkılıp Safevi devletine evrilmesinden sonra Şah İsmail’e bağlı Türkmenlerin yönetiminde kalır ve Yavuz’un Çaldıran seferinden 3 yıl sonra 1517’de Osmanlı topraklarına katılır.
* Erzurum Osmanlı döneminde Abaza Mehmet Paşa ve Gürcü Osman Paşa isyanları olmak üzere 2 isyana şahit olur.
* Şehir 1828-1829 yılında ve 1877-1879 yıllarında iki kez Rus işgali yaşar…
* Rus işgaline karşı direnme ve kurtuluş hareketleri ile ilgili pek çok kahramanla birlikte Nene Hatun ve Kazım Karabekir Paşa şehrin unutulmaz kahramanları olarak anılırlar…
* Ayrıca Abdurrahman Gazi Türbesi de Erzurum’a ayrı bir manevi atmosfer kazandırır. Abdurrahman Gazi’nin Sahabe’den olduğu rivayet edilir.
* İşgallerden başka Erzurum yıkıcı ve can alıcı depremler de yaşamıştır.
* 1859 depreminde 15.00 kişiden fazla, 1983 depreminde de 1500 kişiden fazla can kaybı yaşanmıştır.
* Son yıllarda kış sporlarında adından söz ettirir iddialı bir kayak merkezi olma yolunda çalışmalar yapılmaktadır.
------------------------------
Tarihi bilginin ardından şehirdeki gezi yerlerini tanımaya başlayabiliriz. Verimli bir gezi için bir güzergah sıralaması yapalım ve Üç kümbetler ile başlayalım gezimize... Tabii önce şehrin gezi planını görelim. Google haritalardan kentin gezi yerlerini sizler için gezi planına göre hazırladım. .
Burada aslında burada 4 tane kümbet var. Birisinin ilk başlarda kümbet olup olmadığı ihtilaflı olduğundan üç kümbetler olarak adlandırılır ve böyle anılmaya devam eder… Muhtemelen burada başka kümbetler de olmuş olabilir.
Kümbetlerin kime ait olduğu tam olarak bilinmez. Sadece birisinin Emir Saltuk’a ait olduğu tespit edilmiştir. Kümbetlerin bulunduğu alan eskiden mezarlıktır.
Cumhuriyet dönemindeki kent planlamalarında kümbetlerin bulunduğu alan park olarak düzenlenir. Bugün mezarlık görülmez, sadece kümbetler görülür.
Emîr Saltuk Kümbeti diğer kümbetlere göre daha ön planda görülür. Muhtemeler 12. yüzyılın ikinci yarısında yapılmış olduğu tahmin edilir.
Kümbette 3 aşamalı yapı görülür.
1. Alt gövde kısmı: Sekizgen olarak yapılır. Sekizgen kısım üçgen alınlık olarak yapılan silmeler ile sınırlandırılır.
2. Orta kısım: Silindirik kasnak olarak yapılır. Kasnak yapıyı alt kısma göre yaklaşık 50 cam içeriye çeker.
Kasnak: Kare veya çokgen yapılarda kubbeye geçişi sağlamak için daire veya çokgen kasnak yapılır. Kubbe kasnağı olarak da anılır.
Kasnaktan kubbeye geçiş ise 3 aşamalı silme ile yapılır. Alt ve üst silmeler dilimli, orta silme ise halatlı veya çadır urganı şeklinde yapılır.
3. Üst kısım: Külahlı koni biçiminde yükselen sivri bir kubbe olarak yapılır.
Yapı malzemesi olarak iki renkli taş kullanılır. Sekizgen gövdenin her cephesinde yuvarlak kemerli ikiz pencereler vardır. İkiz pencerelerden dört tanesi sağır niş olarak yapılır, diğer dördü ise iç mekana açılırlar.
Cephelerde bulunan ikiz pencerelerin kemerleri çift silme ile çevrelenir ve bu silmeler sekizgen gövdenin etrafını çevreler. Böylece tüm ikiz pencereler bu silmeler vasıtası ile biri birleri ile bağlanırlar.
Burada verilmek istenen mistik anlam şu olsa gerek: 4 içeriye açılan ikiz pencere aydınlığı, ışığı, gündüzü temsil eder, 4 kör ikiz pencere de karanlığı, geceyi temsil eder. Her şey zıddı ile vardır. Gece, gündüz ve hayatın devamlılığı vurgulanır.
Kuzey cephedeki giriş kapısı silmeler ile oluşan kemerle ve altıgen yıldızlar süslenmiştir.
Orta kısımdaki silindirik kasnakta ise sekizgenin köşelerine gelecek şekilde nişler yapılmıştır. Nişler üçgen şeklinde içeriye girerler. Üst kısmı kemerlidir. Üçgen nişlerin 6 tanesinin içerisinde hayvan figürleri, 2 tanesinde de bitkisel figürler işlenmiştir.
Yapının beşik tonozla örtülü alt mezar odası kısmında ise bir sanduka vardır.
Kümbetin kendisine ithaf edildiği Ebü’l-Kāsım İzzeddin Saltuk Bey Anadolu’nun fethinde büyük hizmetlerde bulunur. Kendisine Kars, Pasinler, Oltu, Erzurum, Tortum, Tercan, İspir, Bayburt, Şebinkarahisar ve yöreleri ikta olarak verilir. Ve burada 1080 yılında Selçuklu devletine bağlı bir beylik olarak Saltuklu Beyliği kurulur.
İkta: Asker ve devlet memurlarına, devlet için yaptıkları hizmetler karşılığında, belirli bir süre için ikta adı verilen bu topraklar verilirdi. Verilen bu toprakların vergi gelirleri de ikta sahiplerinin kazançları haline gelmiş olurdu. İkta arazisinin sahibi olan kişiler, kendilerine verilen topraklar karşılığında asker yetiştirmek durumundaydılar. Aynı zamanda ikta sahipleri gelirleri ile yol, köprü, çeşme gibi bayındırlık hizmetlerini de gerçekleştirirlerdi.
———–
Emîr Saltuk Kümbeti’nin güneydoğusunda yer alan ikinci kümbet kime aittir bilinmez. Onun için Anonim kümbet olarak adlandırılır.
Dört köşesi pahlı kare kaide üzerinde üç katlı silmeden sonra onikigen gövde yer almaktadır.
Cephelerdeki kemerli düzenlemenin ardından silindirik gövdeli devam eden kümbet taş bir külâhla örtülüdür.
Yapının cephelerinde köşelerde sade sütunçe başlıklarına sahip ince uzun çift sütunçeler silmeli sivri kemerlerle bağlanmıştır.
Kümbete giriş batı yönündeki kapıyla sağlanmakta, kuzey ve güney cephelerinde köşeleri sütunçeli ve mukarnas kavsaralı pencereler bulunmaktadır.
Silindirik kasnak kısmında kırmızı taş üzerine işlenmiş zencerek motifi bordür halinde dolanmaktadır.
Yapının gövdesi içten silindirik olup kubbeyle örtülüdür.
Altta mezar odası vardır. İnşa tarihi kesin bilinmeyen yapı XIV. yüzyılın ilk çeyreğine tarihlendirilmektedir.
———–
Üçüncü kümbetin de kime ait olduğu bilinmez. Kümbet diğer anonim kümbet gibi onikigen gövdeli ve taş külâhla örtülüdür.
Kümbetin gövdesi her cephede silmelerle oluşturulmuş sivri kemerli düzenlemeyle hareketlendirilmiştir.
Silindirik gövde burmalı bir halat silmeyle sonlanmaktadır. İnşa tarihi bilinmeyen bu yapı da XIV. yüzyıla tarihlendirilmektedir.
———-
Aynı alanda yer alan dördüncü kümbet Emîr Saltuk Kümbeti’nin batısında olup kare planlıdır. Dört yana eğimli taş kaplama bir çatıyla örtülen yapının doğu cephesinde bir pencere, kuzey cephesinde kapısı bulunmaktadır. İnşa tarihi belli olmayan yapı Saltuklu dönemi sonrasında belki de XIII. yüzyılda yapılmıştır.
Kaynak: İslam Ansiklopedisi
------------------------------
Üç Kümbetler civarındaki restore edilen Erzurum evlerini dışarıdan görerek Çifteminareli Medrese'ye doğru hoş bir yürüyüş yapıyoruz...
Yaptıran: Kesin olarak bilinmemektedir. Tahminler yürütülmektedir.
A: Alaaddin Keykubat’ın Kızı Huvand Hatun adına yaptırılmıştır. Onun için ismi Hatuniye Medresesidir.
B: İlhanlı yöneticisi Padişah Hatun adına yaptırılmıştır. Onun için ismi Hatuniye Medresesidir.
Mimarı: Bilinmemektedir.
Yapım Tarihi: Tartışmalıdır ve halen bir sonuç alınamamıştır.
a. Medrese 1. Alaaddin Keykubat zamanında 1225 yılında yaptırılmıştar.
b. Medrese 2. Alaaddin keykubat zamanında 1253 tarihinde yaptırılmıştır
c. Medrese İlhanlılar zamanında Padişah Hatun tarafından 1285 – 1290 yılları arasında yaptırılmıştır.
Medrese Osmanlı padişahlarından 4. Murat’ın emri ile bir süre tophane olarak kullanılır.
Osmanlı döneminde bir süre kışla olarak kullanır.
1878 Rus İşgalinde Medresenin Kapı süslemelerinin bir kısmının Ruslar tarafından söküldüğü söylenir. Cumhuriyet devrinde kısmen restore edilen bina 1942, 1947 yılları arakında Erzurum Müzesi olarak hizmetverir.
Medresenin özelliklerinden de kısaca bahsedelim:
Anadolu Selçuklu dönemi iki katlı, dört eyvanlı ve açık alululu medreseler grubunun en iyi örneğidir.
38 X 48 metrelik bir alanı kaplar. Kuzey cephesine hakim taçkapısı başlı başına bir sanat şaheseridir. Taç kapıdan avluya geçilir. İnce uzun avlunun etrafı sütunlarla çevrilidir. Öğrenci odaları avlunun çevresinde yer alır. Güneydeki eyvana bitişik bir kümbet vardır. Kümbet kübik bir kaide üzerine poligonal bir gövde ve konik külahtan oluşmaktadır. Portal nişi oldukça derin ve üzeri mukarnasla örtülmüştür. Kapıyı değişik genişlikte palmet motifleli beş silme çerçevelemiştir. Sağda ve solda iki gömme sütuncuk yer alır.
(Kübik: Oldukça sade, dikaçılı prizmatik biçimde yapılan)
(Poligonal: Çok köşeli)
Geniş silmelerden en dıştakinde bir vazocuk içerisinden çıkan stilize bir hayat ağacının kapıyı kuşattığı görülür.
(Hayat Ağacı: Eski Türk inanç sistemi Şamanizm’e göre dünyanın merkezini belirleyen, genellikle kuşlar ve kartallarla birlikte betimlenen ağaç. Selçuklu ve Beylikler Döneminde cennet anlamını da kazanarak, çini, taş ve benzeri bezemelerde oldukça sık kullanılmıştır. Osmanlı sanat yapıtlarında da görülen hayat ağıcı, daha çok halk sanatlarına özgü bir bezeme ögesi olarak varlığını Anadoluda kilim, halı vs. gibi ürünlerde sürdürür.)
Taç kapının sağında ve solunda iki taraflı olmak üzere dört tane kabartma ele alınmıştır.
Kalın bir er silmenin çevrelediği bu panolardan sağdakinde çift başlı kartal panosu bulunmaktadır. Çifte Minareli Medrese’de kullanılan geometrik süslemeler daha çok avludaki sütun gövdelerinde, eyvanların cephelerinde, öğrenci odalarının kapı silmelerinde görülür.
Bitkisel bezeme ise, taç kapıda avl sütunlarını birbirine bağlayan kemerlerin üzerlerinde ve kümbetin içinde karşımıza çıkar.
Bugün kısmen tahrip olmuş 16 oluklu firuze rengi çini kakmalı tuğla minarelerin kürsüleri dikkati çeker.
------------------------------
Hemen Hatuniye Medresesine komşu olan muhteşem Ulu camiye geçelim.
Yapım tarihi: 1179:
Yaptıran: Saltuklu Emiri Nasrettin Mehmet
Mimarı: Ebül Feth Mehmet
Anadolu Selçuklu ulu camilerinin tüm özelliklerini yansıtır.
Cami dökdörtgen planlıdır.
Güney duvarına dikey uzanan 7 neften (sahından) oluşmaktadır.
(Nef / sahın: Yapılarda sütunlarla veya ayaklar ile birbirinden ayrılmış uzunlamasına mekanlara nef / sahın denir).
Geniş olan orta nef önünde, kademeleri silmeler ve kavallardan oluşan hafif sivri kemerler üzerine oturan bir ahşap kubbe bulunmaktadır.
(Silme: Duvar yüzeyi üzerinde hafif çıkıntılı olarak yer alan şerit biçiminde sürekli mimari bezeme ögesi)
(Kaval: Silmenin yarım veya çeyrek daire şeklinde dışarı çıkması. )
Üst üste yerleştirilen kalaslardan yapılmış bu kubbeye halk tarafından “kırlangıç kubbe” denilir.
Binanın çatısını sivri kemerlerin birbirine bağladığı 28 ayak taşımaktadır.
Orta nefte iç mekanın aydınlanmasına katkıda bulunan mukarnaslı kubbe vardır. Yapının diğer bölümleri beşik tonozla örtülmüştür.
(Mukarnas: İslam mimarisinde görülür. Yan yana ve üst üste yerleşen prizmatik ögelerin dışa doğru derece derece taştığı, simetrik, üç boyutlu mimari bezeme ögesi. Taçkapılarda, sütun başlıklarında, nişlerde, geçiş ögelerinde, şerefelerde, kornişlerde rastlanır.)
Kubbenin küçük pencereleri ve bu tonozların ışıkları, orda nefi aydınlatmaktadır.
(Tonoz yapılarda kemerimsi örtüye verilen ad.)
İç bölüm, cephelerdeki değişik sayıda pencereyle yukarıdan aydınlatılmıştır.
Cami, Osmanlı döneminde 5 kez onarım görmüştür.
Son onarımlarda kubbe dıştan çokgenli kesme taş tambur üzerine çinko ile örtülmüştür.
(Tambur: Kubbenin üzerine konduğu çokgenli veya yuvarlak kasnak)
Caminin kendisine has pek çok özelliği vardır. Bunlardan en etkileyici olanı kıble tarafındaki fil gözü olarak adlandırılan iki adet penceredir. Buradan yansıyan güneş ışıklarına göre Öğle ve İkindi vakitlerinin girdiği anlaşılabiliyormuş. Cami ziyareti esnasında tatlı dilli güzel insan cami görevlisini dinlemek çok güzel olur... Kendine has anlatımı ile cami ziyaretine çok güzel anlamlar da yükleniyor...
------------------------------
Ulu Caminin karşısında duran Erzurum Kalesine doğru yürüyelim. Şehir surlarının bir kısmını görürüz burada... Duvarları restore edilmiş, iyi durumdaki kalenin iç kısmında son yıllarda arkeolojik kazılar yapılmakta...
Muhtemelen bu alanda ilk Kale Urartular döneminde kurulur.
Şu anda gördüğümüz iç kale MS. 5. yüzyılda 408-450 yılları arasında Doğu Roma İmparatoru 2. Theodosius döneminde yaptırılır.
Theodosius doğuya ayrı bir önem verir ve Erzurum’u da garnizon şehir yapar. Kente de Theodosiopolis ismi verilir. Şehirde köklü imar faaliyetlerine girişilir. Evler, yönetim binaları, kiliseler yaptırılır.
Tabii asıl kale şu anda görülen kısımdan ibaret değil. Bir dış kale vardır, bir de iç kale vardır. Biz şu anda iç kaleyi görüyoruz.
Kale yamaçta kurulduğundan yamaç kısımları tek surlar ile çevrilir. Düzlük alanlardaki kısımlar ise çift surlar ile örülür. Surların dışında da dışarıdan saldırıları engelleyecek derin hendekler kazılır. Tabii bu eski dış kale günümüze kadar yaşamamıştır.
Dış kale tüm şehri yerleşim birimlerini içine alacak şekilde şehri çevreler. Surlar tarih boyunca devamlı tahkim edilir. Doğu Roma döneminden sonra Selçuklu vasalları tarafından, İlhanlılar tarafından, Osmanlılar tarafından kale sık sık yenilenir, kısmen değişiklikler de yapılır. Osmanlı Rus savaşında atılan toplar ile nerede ise tamamen tahrip olan dış kale surları 20. yüzyılda savunma özelliğini yitirdiğinden yeniden tamir edilmez, zamanla yıkılmaya, kaybolmaya terkedilir. Bazen de insanlara yapı malzemesi kaynağı olur. Günümüze ulaşan iç kalenin duvar kalınlıkları 2 – 2,5 m. arasında değişir. Halen kalenin 8 burcu ayakta durmaktadır.
Kale içerisinde Erzurum’un ilk camisi olan Kale camisi yaptırılır.
İçkalenin köşesinde ise uzunca bir yapı görürüz. Bu Başlangıçta gözetleme kulesi olarak kullanılır. Saltuklular bu gözetleme kulesini Minareye çevirirler.
19. yüzyıldaki tamiratlardan sonra minare saat kulesi olarak kullanılmaya başlar ve şu anda da saat kulesi olarak adlandırılır. ------------------------------
Kale duvarları boyunca tarihi Erzurum evlerinin yanından geçerek Mimar Sinan Eseri olarak tanıtılan Lala Mustafa Paşa Camisine varıyoruz... Sinan buraya geldi mi bilmioruz, ama yapı sitili Mimar Sinan aserleri tarzındadır..
Sırp veya Boşnak asıllı olduğu aktarılan Lala Mustafa Paşa Erzurum Beylerbeyliği görevinde iken hicri 970 miladi 1562-63 yılında Erzurum’a Cami, mektep ve hamamdan oluşan bir külliye yaptırtır. Miladi1836-1839 yılları arasında külliyeye bir muvakkithane ilave edilir. (Muvakkithane: Namaz vakitlerinin bildirildiği ve küçük çapta yıldız ilmi ile ilgilenilen mekan / kurumdur.) Külliyenin bugün sadece camisi ayakta kalmıştır. Hamamı ise özelliğini kaybetmiş pek çok yıkılma ve tamiratlardan sonra cami ve külliye ile bir alakası kalmamıştır.
Yapı malzemesi olarak kesme taş kullanılır. Caminin kuzeydeki girişindi üzeri kubbelerle örtülmüş 5 bölmeli son cemaat yerini görürüz. Kuzey ana giriş kapısının sağında ve solundaki son cemaat yerlerinde birer mihrap bulunur. Sağ taraftaki mihrabın üstünde mermer bir levhaya yazılmış 3 parçalı bir kitabe vardır. Bu kitabe 6. Mehmed’in çiftçilikle geçinen halkın vergilerinin kaldırıldığını bildiren 1669-1670 tarihli fermanıdır.
Caminin harimi yani iç kısmı 21,20 × 21,10 m. ölçüsünde kare planlı olarak yaptırılmıştır. Caminin ortasında bir merkezi kubbe ve dört tarafında da yarım çapraz tonozlar bulunur.
Dört köşede de birer küçük kubbe vardır. Merkezi kubbe 10,56 m. sekizgen bir kanak üzerine oturtulmuştur. Köşe kubbelerde kasnak yoktur. Kubbe ve tonoz içleri kalem işleriyle süslenmiştir.
Caminin aydınlanması mükemmeldir. Çift sarıla pencereler sayesinde gün boyu ışık almaktadır. Caminin kuzeyindeki taç kapısından başka doğusunda ve batısında da birer giriş kapısı vardır.
Kitabesine göre caminin mihrabı 1562-63 tarihlidir. Minber ise tahminen tamir esnasında ahşap olarak sonradan yapılmıştır. Mimar Sinan yapı sitilinde olan bu caminin orijinal minberi mutlaka taştan (muhtemelen mermer) olmalıdır.
Caminin tek minaresi vardır. Daha detaylı anlatımı gezi esnasında rehberiniz tarafından anlatılır.
------------------------------
Sırada Erzurum'un önemli tarihi eserlerinden birisi olan İlhanlılar döneminde tamamen Selçuklu mimarisi tarzında yaptırılan Yakudiye Medresesi var...
Yakutiye Medresesi Selçuklu mimari tarzında inşa edilen en güzel İlhanlı eseridir.
İlhanlıların Bayburt ve Erzurum emiri Cemaleddin Hoca Yakut Gazani tarafından yaptırılır. Medresenin finansını da İlhanlı tahtına geçen, 23 yaşında Müslüman olan Gazan Han ve Eşi Bolugan Hatun sağladılar.
Kapalı tip olarak yapılan medrese 3 eyvanlıdır. Medresenin tüm Selçuklu yapılarındaki ön cephe süslemeleri 700 yıldan fazla zamandır halen etkileyici ve büyüleyici…Taçkapı bitkisel süslemeler, geometrik motiflerle bezenmiştir.
Taç kapı süslemelerinde çoğunlukla palmetler ve bitkisel motiflerin zenginliği dikkati çeker.
Taç kapının her iki yan tarafındaki süslemelerinden kuzuy yan tarafındaki bir detay çok belirgin şekilde öne çıkar. Geometrik süslemeli küçük bir vazodan çıkan iri yapraklı bir ağaç görülür. Ağacın altında vazonun iki yanında simetrik olarak iki arslan veya pars işlenmiştir. Zekilik ve çeviklik simgesi olarak gözler, dişler ve ayaklar belirgin olarak vurgulanmıştır.
Ağaç yarparlarının üstüne atiklik, bilgelik, keskin zeka ve görüşün simgesi olarak çift başlı kartal yerleştirilmiştir.
Medresede ön cephenin köşelerine yerleştirilmiş bir minare bir de minare kaidesi görülür. İkinci minarenin varlığı kayıtlarda belirtilmez. Muhtemelen ikinci minare yapılmış olabilir ve deprem gibi nedenlerle yıkılınca da kaide üzeri bir külahla kapatılmış olabilir. Minare gövdesi tuğladan yapılmıştır. Firuze rengi ve mor sırlı tuğlalarla süslenmiştir.
Medresenin içerisi şu anda müze olarak kullanılıyor. Medrese olarak kullanım dönemlerini müze müdürlüğü kendi görgü ve hayal güçleri ile tasvir etmişlerdir. Tasvirleri kabul edebilirsiniz veya siz başka türlüsünü önerebilirsiniz.
Ders yapılan Eyvan, öğrencilerin konaklama hücreleri ve derslikler güzel bir düzenleme ile ziyarete açılmıştır.
Medresenin sonundaki kümbetin bir kitabesi olmadığı için kimler için yapıldığı bilinmemektedir. Medresenin banisi Cemalledin Hoca Yakut Gazani’ye ait olabilir.
Yararlanılan kaynak: Ayşe Denknalbant - İslam Ansiklopedisi
------------------------------
Yakutiye Medresesini gezdikten sonra ziyaret planımızda olan Erzurum Kongresi binasına geçmeden önce Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün Erzurum kongresi öncesi ve kongre sırasında misafir edildiği ve şu anda Atatürk Evi Müzesi olarak düzenlenen konağı ziyaret edelim.
Bina 19.yüzyılın sonlarında Erzurumlu bir zengin tarafından konak olarak yaptırılmıştır. 1915-1916 yıllarında 9 ay kadar kısa bir süre için Alman Konsolosluğu olarak kullanılan yapı, 12 Mart 1918 tarihinde Erzurum'un kurtuluşundan sonra Erzurum Valiliği'ne ikametgâh olarak verilmiştir. Vali Mahir Akkaya 3 Temmuz 1919 tarihine kadar burada oturmuş, onun Erzurum'dan ayrılması ile konak boşalmıştır.
Mustafa Kemal Paşa'nın Samsun'a çıkmasından sonra kongre için gelmiş olduğu Erzurum'daki bu konağa 9 Temmuz 1919 tarihinde Hüseyin Rauf Bey ve arkadaşları ile yerleşmeleri, 29 Ağustos 1919 tarihine kadar 52 gün Erzurum Kongresi çalışmalarını sürdürmeleri ile konak, tarihsel bir önem kazanmıştır. Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın Erzurum'dan ayrılmaları üzerine ev yine vali konağı olarak kullanılmaya başlanmıştır.
Cumhuriyet'in ilanından sonra 13 Eylül 1924 günü Erzurum'a gelişlerinde, Belediye Başkanı Nazif Bey tarafından Erzurumlu bir kuyumcuya yaptırılan altın anahtar ve evin tapusu şehir adına Mustafa Kemal Paşa'ya armağan edilmiştir. 1930-1934 yılları arasında Erzurum kolordu kumandanlarının ikâmetine verilen konak, Atatürk'ün ölümü üzerine kızkardeşi Makbule Boysan Hanım'a intikal etmiş ve onun ölümünden sonra isteği üzerine Çocuk Esirgeme Kurumu'na devredilmiştir. Bu kurum tarafından 1980 yılına kadar kullanılan bina 1984 yılında Sağlık Bakanlığı tarafından Kültür ve Turizm Bakanlığı'na devredilmiştir.
Bodrum kat üzerine zemin ve birinci kat ile çatı katından ibaret olan bina onarılarak 3.10.1984 tarihinde Atatürk Evi Müzesi olarak ziyarete açılmıştır. Kareye yakın bir alana oturan yapı, bodrum üzeri iki katlıdır. Girişi, yuvarlak kemerli bir kapı ile sağlanır. Kaide ve temellerde kesme taşın, diğer kısımlarda ahşap kirişlerle moloz taşın kullanıldığı yapıda 1890'lı yılların üslup özellikleri dikkat çekmektedir.
Kayak: Metin ve resimler Kültür ve Turizm Bakanlığı - Erzurum il ve Kültür Müdürlüğü tarafından hazırlanmıştır.
------------------------------
Çarşı içerisindeki dükkanlar ve lokantalar arasından ilginç bir yürüyüş yapıyoruz ve Erzurum Kongresi binasına varıyoruz
Tarihimiz için önem taşıdığı mana açısından ön saralardaki yapılardan birisini görüyoruz.
Bina 1864 yılında Mıgırdıç Sansaryan isimli bir Ermeni tüccar tarafından yatılı ermeni kız okulu olarak inşa ettirilir.
1915 teçhir tarihine kadar da yatılı ermeni okulu olarak kullanılır.
23 Temmuz 27 Ağustos tarihinde yapılan Erzurum Kongresi bu binada toplanır.
1924 yılında binada yangın çıkar ve binanın ahşap kısımları yanar..
Kısa sürede bina yeniden tamir edilir ve 1926 yılında Gazi ilkokulu olarak hizmet vermeye başlar. İlerleyen yıllarda ilkokul liseye dönüştürülür.
Binanın bir bölümü 1960 yılında Atatürk ve Erzurum Kongresi Müzesi olarak ziyarete açılır.
2011-2013 yıllarında bina yeniden restore edilir. Şimdi Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde Kongre Müzesi ve Resim Heykel ve Galerisi Müdürlüğü adı ile hizmet vermektedir.
————-
Şimdi kısaca 23 Temmuz – 7 Ağustos 2019 tarihinde yapılan Erzurum Kongresini hatırlayalım:
* 30 Ekim 1918 tarihinde Osmanlının idam fermanı olan Mondros Mütarekesi Rauf Orbay ve Reşat Bey tarafından imzalanır.
* İstanbul’da padişahın ve meclisin üzerinde İngiliz hakimiyeti başlar.
* Ordular terhis edildiği için İstanbul’a dönmek zorunda kalan subaylardan birisi de Mustafa Kemal Paşa’dır. Subay arkadaşları ile Minber diye bir dergi çıkarırlar. İşgallere karşı ne yapılacağı konusunda çareler aramaya başlarlar.
* Nisan ayında İngilizler Osmanlı hükümetinden Karadeniz’de özellikle Samsun’da işgal kuvvetlerine ve yerli Hristiyan halka karşı çetelerin dağıtılmasını ve silahların toplatılmasını isterler. Eğer bu yapılmazsa Samsun’u işgal edeceklerini bildirirler.
* Bir subay gönderilip devlet adına Samsun’dan başlamak üzere bölgedeki silahlı direnişin kırılması istenmektedir.
* Mehmet Vahdettin’in şehzadeliği döneminde Mustafa Kemal Paşa ile Berlin yolculuklarından dolayı aralarında bir hukuk oluşmuştur.
* Samsun’a görevlendirilecek en uygun kişi Mustafa Kemal Paşa’dır.
* Uzun pazarlıklar sonucu Mustafa Kemal Paşa görevi kabul eder. Mustafa Kemal Paşa kendisi tarafından belirlenen yetkilerin onaylanmasını ve dağıtılmayan tüm ordulara ve asayiş kuvvetlerine emir verebilme yetkisinin verilmesini ister ve kabul edilir. Ordu müfettişi yetkisi ile yola çıkar.
* Yolculuk Bandırma Vapuru ile yapılacaktır. İngilizlere bildirilir. İngilizler 16 Mayıs 1919 tarihinde yola çıkan vapuru Karadeniz’e çıkmadan önce durdurulur ve vapur tamamen aranır. Amaçları silah bulmak. Tabii bulunmaz. Mustafa Kemal Paşa’nın yanında giden personelin de isim listesi alınır.
* Geminin geçiş izni olduğu için salınır. Gemi yola çıkar.
* Gemi kontrol evrakları İngiliz komiserliğine ulaşınca kıyamet kopar. İstanbul’daki işgali yöneten İngiliz komiseri adeta çıldırır.
* Çünkü Samsun’a silahları toplamaya, çeteleri dağıtmaya giden Mustafa Kemal Paşa ile birlikte 18 adet subay da vardır… Bu subayların işi ne idi…
* Bunların amacı silahlı direnişi kırmak değil, başkaldırı organizesi olduğu hemen düşünülür ve Bandırma vapurunun durdurulup geri döndürülmesi emri verilir… Hızlı bir şeklide gemiler takibe koyulmak için yola çıkarlar.
* Allah yardım eder, çıkan bir sis ile gemi takip edilemez. Mustafa Kemal Paşa geminin oldukça kıyıdan gitmesini söyler. Denizaltılardan torpido atılma ihtimali göz önünde bulundurulur.
* Bandırma gemisi kıyı boyunca İnebolu’ya, Sinop’a ve 19 Mayıs’ta da Samsun’a ulaşır.
* Hemen toplantılar yapılır. Direnişçiler dinlenir. Çetelere sivil halka dokunmamaları sadece işgalci çetelere karşı mücadele edilmesi söylenir.
* Samsun’da çok casus olduğu için Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları 25 Mayıs’ta hemen Havza’ya geçerler. Çalışmalarını orada sürdürmek isterler.
* Havza halkı 4500 gençten oluşan bir serdengeçti teşkilatı kurarlar ve Mustafa Kemal’e emrinde olduklarını bildirirler.
* 30 Mayıs Cuma günü Havza Yörgüç Paşa Camisinde bu 4500 kişi ile bir Cuma namazı kılınır ve ardından tüm havzalıların katılımı ile bir miting yapılır, İzmir’in işgali protesto edilir.
* Britanya (İngiliz) işgal kuvvetleri komutanı George Milne Damat Ferit hükümetine Mustafa Kemal’in derhal geri çağrılması emrini verir.
* Mustafa Kemal Paşa geri çağrılır ama o geri dönmez. Hemen Kazım Karabekir Paşa’ya ve diğer paşalara bilgi verir. Gerekirse ordudan ayrılacaktır.
* 13 Haziran tarihinde Amasya’ya geçerler. Amasya’da yanındaki arkadaşları ve İstanbul’dan gelen Rauf Bey ve Ali Fuat Paşa ile uzun uzun istişareler yapılır.
* Vatanın kurtuluşu için kurulan ayrı ayrı faaliyet gösteren Anadolu ve Trakya Müdafaayı Hukuk Cemiyetlerinin birleştirilmesini ve tek merkezden mücadele edilmesi kararlaştırılır.
* 21-22 Haziran tarihinde Mustafa Kemal Paşa, Rauf Paşa, Ali Fuat Paşa, Ali Fethi Paşa Amasya genelgesini hazırlarlar. Erzurum’dan Kazım Karabekir Paşa ve Adana’dan Cemal Paşa ve Edirne’den Cafer Tayyar Paşa da telgrafla bu bildiriye imza koyarlar Amasya genelgesi yayınlanır.
Bu genelgenin sadece üç maddesini aktarıyorum. Sizler diğer maddelerini lütfen internetten bulup okuyun. Çok önemli.
– -Vatanın bütünlüğü milletin istiklali tehlikededir.
– -Milletin bağımsızlığını yine milletin azmi ve kararı kurtaracaktır.
– -Erzurum Kongresinden sonra Sivas’ta ulusal bir kongre toplanacak. Bu kongreye her sancaktan halkın güvenini kazanmış belediyeler ve cemiyetlerce belirlenen 3 kişi katılacak.
* Kazım Karabekir Paşa Mustafa Kemal Paşa’yı Erzurum Kongresine davet eder. Davete icabet edilir.
* Mustafa Kemal Paşa’ya devamlı geri dönmesi emri tebliğ edilince Askerlikten ve ordu müfettişliğinden istifa eder ve istifasını İstanbul’a iletir. Artık sivildir.
* Bu esnada İngiliz baskıları ile Damat Ferit hükümeti Mustafa Kemal Paşa’nın tutuklanarak İstanbul’a gönderilmesi emrini Kazım Karabekir Paşa’ya iletirler.
* Burası Çok ilginç: Biraz uzun olacak ama yazayım:
* Askerlikten İstifa eden Mustafa Kemal Paşa Kazım Karabekir Paşa’nın kendisine vereceği bir görevi kabullenip Milli Mücadele içerisinde yer almayı düşünmektedir.
* İstanbul’dan gelen tutuklama emrinden Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey’in de haberleri olur. Bu esnada Kazım Karabekir’in bir bölük Asker ile gelmekte olduğu bildirilir. Mustafa Kemal Paşa Rauf Bey’e “BURAYA KADARMIŞ RAUF, MİLLİ MÜCADELE BAŞLAMADAN BİTECEK” der. Artık tutuklanıp İstanbul’a gönderileceğinden emindir.
* Kazım Karabekir içeri girer ve Mustafa Kemal Paşa’ya asker selamı verir. “Sizin tutuklama emriniz geldi. Ben dün olduğu gibi bugün de tüm ordumla birlikte emrinizdeyim Paşam. Korunmanız için de bir bölük asker görevlendirdim” der.
* Bu an Milli Mücadelenin temellerinin perçinlendiği andır.
* Ardından Erzurum Kongresi başlar. Mustafa Kemal Paşa’nın kongreye katılma hakkı yoktur, çünkü Kongreye sadece doğu vilayetleri ve Trabzon sancağı delegeleri katılabilirler.
* Hemen Erzurum delegeleri Binbaşı Kazım Bey ve Cevat bey Erzurum delegeliğinden istifa ederler. Boşalan iki üyeliğe Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey Erzurum delegesi olarak kaydolurlar.
* Mustafa Kemal Paşa’nın giyecek sivil elbisesi yoktur. Emanet bir elbise bulunur onunla kongreye katılır.
* Kongre başkanlığına Mustafa Kemale Paşa seçilir.
* 23 Temmuz 7 Ağustos 1919 tarihleri arasında yapılan Erzurum Kongresinde Misaki Milli kararları tüm delegelerce kabullenilir. Artık kurtuluş ateşi tüm doğu vilayetlerini saracaktır.
* Ardından 4-11 Eylül tarihleri arasında da Sivas Kongresi yapılır.
(Erzurum kongresine giden yol https://www.muammercelik.info/index.php/2020/04/23/tbmm-kisa-ozet/ sayfasından alınmıştır.
———–
Erzurum Kongresi kararları:
1. Vatan bir bütündür bölünemez. (Bu madde ile sadece Doğu Anadolu’nun Ermenilerden değil tüm yurdun bütün işgalcilerden kurtarılacağı belirtiliyordu. Kongre bu madde ile Ulusal bir karakter kazanıyordu.)
2. Her türlü yabancı işgal ve müdahalesine karşı, millet hep birlikte direniş ve savunmaya geçecektir.
3. Doğu illerinin ve bütün vatanın bağımsızlığı, Osmanlı Hükumeti tarafından sağlanamazsa, geçici bir hükumet kurulacaktır. Bu hükumet milli bir kongre tarafından seçilecek, kongre toplanmışsa seçimi Temsil Heyeti yapacaktır.
4. Milli kuvvetleri (Kuva-yi Milliyeyi) etkili, milli iradeyi hakim kılmak esastır.
5. Hrıstiyan unsurlara (azınlıklara) siyasi hakimiyetimizi ve sosyal dengemizi bozucu haklar ve ayrıcalıklar verilemez. Ancak bu vatandaşların can, mal ve ırzları her türlü saldırıdan korunacaktır.
6. Manda ve himaye kabul olunamaz.
7. Milli Meclis derhal toplanmalı, hükumetin çalışmaları meclis denetimi altına girmelidir.
Kongrede alınan kararların önemine baktığımızda;
a. Mandanın ve himayenin reddedilmesi, ilk kez ulusal bağımsızlığın koşulsuz olarak gerçekleştirilmesine karar verildiğini gösteriyor.
b. İlk kez milli sınırlardan bahsedilmiş ve Mondros Ateşkes Antlaşmasının imzalandığı anda Türk vatanı olan topraklarının parçalanamayacağı açıklanmıştır.
c. İlk amaçlı Toplanış şekli bakımından bölgesel olmasına karşın aldığı kararlar bakımından milli bir kongredir.
d. Erzurum Kongresi Sivas kongresine bir ön hazırlık çalışması niteliğindedir.
e. İlk kez başkanlığını Mustafa Kemal’in yaptığı dokuz kişilik bir Temsil Heyeti oluşturuldu. Bu Temsil Heyeti bir hükumet gibi görev yapacaktır. (Temsil Heyetinin görevi TBMM’nin açılmasına kadar devam edecektir.)
f. Erzurum Kongresinin bir önemi de Batı Anadolu’da Yunan kuvvetlerine karşı mücadele eden Kuva-yi Milliye üzerinde büyük moral etkisi yaptı.
g. Erzurum Kongresi Mustafa Kemal’in sivil olarak görev aldığı ilk yerdir. (Erzurum Kongresi maddeleri https://erzurum.ktb.gov.tr/TR-181311/erzurum-kongresi.html sayfsından alınmıştır)
------------------------------
Duygu yüklü kongre binası ziyaretinin ardından şehirde biraz serbest zamanınız oluyor. İsterseniz halk arasında Taşhan olarak bilinen Rüstem Paşa Kervansarayı içerisindeki dükkanlardan veya çevredeki mağazalardan alışveriş yapabilirsiniz.
Taşhan Kanuni Sultan Süleyman’ın damadı, Mihrimah Sultan’ın kocası aynı zamanda Veziriazam olan Rüstem Paşa tarafından yaptırılır. Yapım yılı 1561 olarak telaffuz edilir. Bu yıl Rüstem Paşanın vefat yılıdır. (Ekim 1560).
Rüstem Paşa Kervansarayı (Taşhan) – Erzurum
Yapı, Osmanlı kervansaray mimarisinin şaheser örneklerinden biridir. Burası yolcuların gece ve gündüz her çeşit ihtiyaçlarının karşılandığı yerdir. Rüstem Paşa Kervansarayı’nda imarethane, mescit, dinlenme yeri, bezirgân dükkânları, deve, eşek, öküz, manda ve atların bağlandığı bölümler yapılmıştır. Ancak, bunların bir kısmı günümüze ulaşamamıştır.
Batıya bakan beşik tonozlu giriş kapısı üzerindeki kitabede, Erzurum’un serhat şehri olması dolayısıyla, buraya “ribat” denildiği dikkat çekmektedir. Ribatlar, sınırları korumak amacıyla içerisinde 40-50 civarında akıncı birliğinin bulunduğu bir çeşit ileri karakol binalarıdır. Osmanlı Devleti sınırlarının zamanla Tiflis’e ve Hazar Denizi’ne kadar genişlemesiyle buraya konak, barınak, ahır ve alışveriş merkezi özellikleri kazandırılmıştır.
Rüstem Paşa Kervansarayı, dikdörtgen bir avlu çevresinde, kesme taştan yapılmış revakların arkasına sıralanmış odalardan oluşan iki katlı bir yapıdır. Doğu ve batı yönünde sivri kemerli ve tonozlu iki kapıdan girilen avlunun çevresinde 32 oda bulunmaktadır. Üst katta koridor çevresinde sıralanmış basık tonozlu odalar bulunmaktadır. Buradaki süslemeler daha sonra yapılmıştır. 1965 yılında önemli bir restorasyon geçiren kervansarayın batıya bakan ön cephesi, hafif ileri taşırılmış, altta beşik tonozlu derin bir giriş, üstte de kervansaray yöneticisine ait bir oda bırakılmıştır.
Kervansaray, günümüzde oltu taşı esnafının imalat ve satış yeri olarak hizmet vermektedir. Oltu taşından yapılmış, başta tespih, yüzük, gerdanlık olmak üzere, onlarca çeşit hediyelik eşyanın satışı burada yapılmaktadır.
Kaynak: Erzurum Gezi Rehberi Kitabı Tablet İletişim Yayınevi https://www.kulturportali.gov.tr/turkiye/erzurum/gezilecekyer/rustem-pasa-kervansarayi-tashan
------------------------------
Şehrin dışarısında kalan iki önemli ziyaret noktamızdan birisi olan Abdurrahman Gazi Türbesine yolculuk yapıyoruz.
Abdurrahman Gazi’nin kimliği tam olarak tesbit edilememiştir. Bazı kaynaklarda, Vâkıdî’nin Kitâbü’t-Târîḫ adlı eserine dayandırılarak Abdurrahman Gazi’nin Hz. Ömer’in hilâfetinin (634-644) ilk yıllarında veya Hz. Osman tarafından 641’de Anadolu üzerine gönderilen İyâz b. Ganm kumandasındaki ordu içinde yer alan bir kişi olduğu, Bizans’ın elindeki Erzurum’un bu İslâm ordusunca fethedildiği, fetihten sonra buraya yerleşen müslümanlara ya da İslâmiyet’i yeni kabul edenlere İslâm’ı öğretmek amacıyla görevlendirilen on kişiden (krş. Târîḫu fütûḥi’l-Cezîre, s. 232) biri olduğu üzerinde durulmaktadır. Ancak halk arasında bu kişinin “Gazi” unvanıyla anıldığı, fethe katıldığı ve fethin ardından burada öldüğü kabul edilmekte, Abdurrahman isimli bu şahsa gazilik unvanıyla birlikte şeyhlik unvanı da yakıştırılmaktadır. Mehmed Nusret eserinde İstanbul’da Veliyyüddin Efendi Kütüphanesi’nde rastladığı, İbn Hacer el-Askalânî’ye ait İnbâʾü’l-ġumr bi-ebnâʾi’l-ʿumr adlı kitapta yer alan, “Abdurrahman İbn Süleymân İbşirî -ki kendisinden gāzî diye söz edilir- abdâlın komutanı olup zühd ehli biri idi, 643 yılında Erzurum’da şehit düştü” cümlelerinin Abdurrahman Gazi’yi açıkça gazilikle tanımlayan ifadeler olduğu sonucunu çıkarmıştır. Neşrî’nin Kitâb-ı Cihannümâ’sında da söz konusu kişinin şeyh diye tanıtılması, Erzurum’da mânevî kişiliğiyle şeyh veya gazi unvanlı bu şahsın yaşadığına işaret etmektedir. Külliyenin Erzurum tahrir defterinde 1540 yılında Abdurrahman Gazi Zâviyesi olarak kaydı yer alır. İbrâhim Hakkı Erzurûmî’nin de burada zâviyedarlık yaptığı belirtilmektedir. Abdurrahman Gazi’nin kabrinin bulunduğu yerde türbe, zâviye ve bir caminin yapılmış olduğu bilinmekle birlikte bu yapılar hakkında yeterli bilgi yoktur. Ancak kabir çevresinde zamanla meydana gelen hazîre bu civarda gömülmeyi arzu eden kişilerin olduğunu göstermektedir.
1970’lerde siyah bazalt taşından iki şâhide ile 4,85 m. uzunluğunda mezardan ibaret olan kabrin üzerine 1983’te ortadan bir sivri kemerle ikiye ayrılan yan yana iki kubbeyle örtülü dikdörtgen planlı bir türbe binası inşa edilmiştir. Ortadan bir paravanla ikiye ayrılan türbede her iki kubbeli birim birer kapı ile dışa açılmaktadır. Doğudaki birim kadınlara, batıdaki birim erkeklere ait olmak üzere türbenin ziyaret edilmesi sağlanmıştır. Batıdaki kapı üzerine de türbenin 1211 (1796) yılında Vali Yûsuf Ziyâ Paşa’nın hanımı Ayşe Hatun tarafından yaptırıldığını gösteren mermer kitâbe konulmuştur. Eski türbeye ait bu kitâbe sekiz satır halinde düzenlenmiş olup on altı mısralıdır. 1794’te türbenin yanına inşa edildiği kayıtlarda bildirilen zâviyeden günümüze hiçbir iz kalmamıştır. Yine türbenin yanına Erzincanlı Ahmed İzzet Paşa tarafından yaptırılan küçük mescidin yerine de türbe ile birlikte tek kubbeli, yüksek beden duvarlı bir cami inşa edilmiştir. Kuzeyde sivri kemerli, açıklıklı ve birimlerinin üzeri üç kubbe ile örtülü olan klasik tarzda bir son cemaat yeriyle sağda tek şerefeli minare bulunmaktadır. Türbe ve cami düzgün sarımtırak kesme taştan yapılmış olup caminin önünde seyirlik amaçlı küçük bir avlu vardır. 1987’de cami ile türbe arasına erkekler için, türbenin doğu girişinin önüne ise kadınlar için birer şadırvan eklenmiş, 2013’te caminin güneybatısına bir üçüncü şadırvan inşa edilerek geniş bir ziyaretgâh haline getirilmiştir. Türbe ile caminin içindeki kalem işleri 1996’da yapılmıştır ve klasik süsleme öğelerinden esinlenmiş örnekler içerir. Cami içerisindeki mihrap, minber, kürsü, mahfil gibi elemanlar yeni olup duvarlarda ve minberde kullanılan çiniler günümüz Kütahya atölyelerinde üretilmiştir. Yakın tarihlerde türbe ve caminin yakınına inşa edilen çeşme, park ve adak yerleriyle çevre daha da genişletilmiş, ziyaretgâh ve mesire alanı halinde düzenlenmiştir.
BİBLİYOGRAFYA
Vâkıdî, el-Meġāzî, II, 756.
a.mlf., Târîḫu fütûḥi’l-Cezîre ve’l-Ḫâbûr ve Diyârbekr ve’l-ʿIrâḳ (nşr. Abdülazîz Feyyâz Harfûş), Dımaşk 1417/1996, s. 228-232.
Neşrî, Cihannümâ (Unat), s. 143.
Evliya Çelebi, Seyahatnâme (haz. Yücel Dağlı v.dğr.), İstanbul 2008, II, 111.
Abdürrahim Şerif Beygu, Erzurum: Tarihi, Anıtları ve Kitabeleri, İstanbul 1936, s. 108-115.
İbrahim Hakkı Konyalı, Âbideleri ve Kitâbeleri ile Erzurum Tarihi, İstanbul 1960, s. 361-384.
M. Sadi Çöğenli – Ali Bayram, Erzurum’da Bulunan Meşhur Ziyaretgâhlar ve Kabir Ziyaretinin Adabı, Ankara 1973, s. 3-4.
Hamza Gündoğdu, “Erzurum ve Çevresindeki Tarihi Kalıntılar”, Şehr-i Mübarek Erzurum, Ankara 1988, s. 137-240.
a.mlf. v.dğr., Sanat Tarihi Açısından Erzurum, Erzurum 2011, s. 183.
Mehmet Nusret Som, Tarihçe-i Erzurum (haz. Ahmet Fidan), Erzurum 2005, s. 107-108.
Hüseyin Yurttaş v.dğr., Yolların, Suların ve Sanatın Buluştuğu Şehir Erzurum, Erzurum 2008, s. 160.
Hanifi Hancı, Seyyahların Gözüyle Erzurum, İstanbul 2009, s. 79 vd.
Muzaffer Taşyürek, Erzurum Türbeleri ve Ziyaret Yerleri, Erzurum 2010, s. 17-24.
Bilgehan Pamuk, “İbrahim Hakkı Hazretleri’nin Abdurrahman Gazi Zaviyedarlığı ve Zaviyedarlık Meselesi”, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, V/1, Erzurum 2005, s. 157-168.
Alıntı: Hamza Gündoğdu - İslam Ansiklopedisi
------------------------------
Erzurum tabyaları da duyu dolu anlar yaşayacağımız gezi alanı olacaktır.
Tabya Arapça Ta`biye sözcüğünden türemiş ve stratejik öneme sahip bir yeri korumak maksadıyla askerîn geçici olarak barınması ve savaşması için yapılmış yer veya bina anlamlarına gelmektedir.
Tabya; Stratejik önem arz eden bir bölgenin, yerin, yolun veya şehrin güvenliğini ve savunmasını sağlamak üzere genellikle bölgenin hakim bir tepesine veya dağ yamacına yapılmış askeri tesislerdir.
Amacı; düşmanı, ileri savunma hattı oluşturarak engellemektir. Şehirlerin ileri karakolu vazifesindedir.
Tabyalar yapı itibariyle mimari kaygılardan bağımsız olarak sadece sağlamlık ve güvenlik esas alınarak inşa edilmişlerdir. Ana binası ve ulaşım yolları genellikle toprak setlerle koruma altına alınmıştır. Yapıldıkları yerin durumuna göre planlandıklarından dolayı birbirlerine benzememekle birlikte genel olarak şekillerine istinaden yıldız tabya, toprak tabya, hilal tabya, yay tabya şeklinde sınıflandırılmışlardır.
Tabyaların tarihi incelendiğinde 11.yy dan sonra kullanıldığını görmekteyiz.Osmanlı Devletinde ise özellikle 19.yy da başta Ruslarla olan yoğun mücadelelerde ateşli silahlar ve topların yoğun olarak kullanılmaları neticesinde geleneksel kale savunma tekniklerinin yetersiz kalması üzerine şehir ve bölgelerin savunmasını uzaktan yapabilmek üzere doğuda Erzurum,Kars batıda Gelibolu ve Edirne civarına çok sayıda tabya yapıldığını görmekteyiz.
Tabyalar 1. Ve 2. Dünya savaşlarından sonra önemini kaybetmişlerdir.
ERZURUM TABYALARI
Erzurum kuzeyde Dumlu dağı, kuzeydoğuda Kargapazarı dağları ve güneyde Palandöken dağlarıyla çevrili, kuzeydoğu ve güneybatı arası uzaklığı 47 kilometre olan Erzurum ovasına hakim bir konumda kurulmuştur. Erzurum’un doğusunda bulunan Deveboynu Geçidi, kuzeyinde bulunan Gürcübogazı, güneyinde bulunan Palandöken geçidini gelebilecek Rus ve Iran saldırılarına karşı koruyabilmek için 21 tabya inşa edilmiştir. Bunların 7 adedi 1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı’ndan önce yapılmış, diğerleri ise daha sonra inşa edilmiştir.
1. AZİZİYE TABYASI
Erzurum-Kars karayolunun geçtiği Hamamderesini kontrol altında tutmak için 1867-1872 yıllan arasında Sultan Abdülaziz tarafından Karskapı’nın kuzeyinde bulunan Topdağı’nın güney ucunda, 2068 metre yükseklikte konumlandırılan 1 Numaralı Aziziye Tabyası’nın günümüze ancak çok az bir kısmı sağlam olarak ulaşabilmiştir. Güneyden kuzeye yan yana üç tane olan Aziziye Tabyaları “C” şeklinde bir planla konumlandırılmışlardır.
1877 – 1878 Osmanlı – Rus Savaşı’nda (93 Harbi) kahramanca çarpışmalara sahne olmuştur. Deveboynu’nda düşmana yenilen Osmanlı Kuvvetleri geri çekilmeye başlayınca Rus Ordusu, Erzurum’u kuşatma hazırlıklarına başladı. Şehrin çarpışmasız teslim edilmesi önerisi kabul edilmeyen Ruslar, Topdağı tarafından Aziziye Tabyaları’na doğru yoğun topçu atışıyla saldırıya geçti. Saldırı neticesinde 2 ve 3 numaralı Aziziye tabyaları Rusların eline geçti.1 Nolu Aziziye Tabyası Komutanı Yarbay Bahri Bey’in üstün cesareti ve askeri bilgisi sayesinde Ruslara teslim olmaz. Rusların tabyaları işgal ettiğini öğrenen,Nene Hatun’un da arasında bulunduğu Erzurum Halkı Osmanlı askerlerinin yardımına koştu ve Göğüs göğüse kanlı çarpışmalardan sonra Rus Ordusu bozularak tabyalardan geri çekilmek zorunda kaldı.
2. AZİZİYE TABYASI
1 Numaralı Aziziye Tabyası’nın 200 m kadar kuzeyinde bulunmaktadır. Tabya, bugün yarımay şeklindeki bir toprak yığınıyla bu hilalin iki ucunda bulunan taş duvarlardan meydana gelmektedir. 2 Nolu Aziziye Tabyası, Aziziye 1 ve Aziziye 3 Tabyası ile birlikte 8 Kasım 1877 gecesinde yapılan Rus baskınında saldırıya uğramıştır. 2 nolu Aziziye tabyası Ruslar tarafından işgal edilen ilk tabya olduğu gibi kurtarılan ilk tabyada burası olmuştur.
3. AZİZİYE TABYASI
2 Nolu Aziziye Tabyasının 200 metre kuzeyinde Mecidiye tabyasının 300 metre güneyinde konumlandırılan tabya yakın zamana kadar Askeri birlikler tarafından kullanıldığı için tahrip olmadan günümüze kadar ulaşmıştır. Tabya 8 Kasım 1877 tarihindeki Rus Baskınında kısa bir süreliğine düşman eline geçmiş, Erzurum halkının ve Mecidiye Tabyası’ndaki Osmanlı birliklerinin müdahalesi neticesinde kısa süre içerisinde kurtarılmıştır.
MECİDİYE TABYASI
Topdağı’nın kuzey ucunda 2042 metre yükseklikte konumlandırılan tabya doğudaki Yanık dere ve kuzeydeki Gürcü boğazından gelebilecek saldırılara karşı durmak amacıyla Sultan Abdülmecit tarafından yaptırılmıştır.
Mecidiye Tabyası geniş bir avluya bakan yay şeklinde bir plan üzerine kurulmuş yan yana koğuş odalarından meydana gelmektedir. Kuzey-güney istikametinde uzanan yayın orta kısmının uzunluğu 63,85 metre, yan kısımlar ise 20,20 metredir.Tabyanın batısında geniş bir avlu bulunmaktadır.
Mecidiye Tabyası iyi cins küfeki taşından yapılmış olup ön ve arka cepheye bakan duvarlar taşıyıcı özelliğe sahip olmadığı için biraz ince tutulmuş (1,10), bu duvarlar arasında dikey olarak uzanan ve koğuş odalarını meydana getiren duvarlar daha kalın (1,60) inşa edilmiştir. Tabya dıştan düz toprak damla kapatılmıştır.
Mecidiye Tabyası 21 tabya içerisinde en eski tabya olması nedeniyle sonrasında yapılan tabyalarda bulunan pusu ve topçu odaları, karargâh odası gibi yenilikler bulunmaz.
BÜYÜK PALANDÖKEN TABYASI
Tabya, II. Abdülhamit döneminde 1884-1896 yılları arasında, Şahap Paşa tarafından çizilen projeye göre 2850 m. yükseklikte Pasinler Ovasının güneybatı köşesinden başlayan ve batıya doğru devam eden Palandöken Dağlarının arkasında kalan vadiyi kontrol altında tutmak için yapılmı